25 Şubat 2007 Pazar

22 Şubat 2007 Perşembe

trt


offf be ne yorucu bi gündüüü amaa nese bu yorucu günü bundan sora trt de izleyebiliriz..:)

11 Şubat 2007 Pazar

koku ve ses

hayatımız boyunca duyduğumuz tüm sesler arasında en az tanıdığımız, daha doğrusu hiç tanımadığımız tek ses, kendi sesimizdir. başka sesler bize birçok şeyi hatırlattığı halde kendi sesimiz bize hiçbir şey hatırlatmaz.

sesimiz hafızamızda tek bir ışık bile yakmaz. kendi sesimiz bize yabancıdır. kendi kokumuzu da alamayız, kokumuz da yabancıdır bize. bu kadar yakın olup ta sesine ve kokusuna yabancı olduğumuz tek insan kendimiziz. belki de bu yüzden kendimizi tanıyamayız. belki de bu yüzden bir başka insanın sesine ve kokusuna bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. belki de bu yüzden aşık oluyoruz.

belki de, bir başkasının sesini ve kokusunu kendi sesimizin ve kokumuzun yerine koymaya, bir başkasının sesini ve kokusunu bir parçamız gibi hissetmeye aşk diyoruz. belki de, sevdiğimiz insanın sesine ve kokusuna doğru akıp gitmemiz, aslında kendimize doğru yaptığımız bir yolculuk. kendi sesimize ve kokumuza hafızamızda yer YOK. biz kendimize yabancıyız. o yüzden başkalarının sesiyle sevinip, başkalarının sesiyle acı duyuyoruz.

aşkı aramak, hep kendi sesimizi, kendi kokumuzu aramak belki. bizi dolaştıracak bir klavuzu bulmaya çalışmak. terk edildiğimizde duyduğumuz acı, bir parçamızı kaybetmekten. terk ettiğimizde ardımızda bıraktığımız keder, terk ettiğimiz insanın sesini ve kokusunu kendimizle birlikte götürerek geride bıraktığımız boşluktan.

aşkı yaşarken bunun hiç bitmeyeceğini sanmamız, bize bağışlanan büyük yanılgı sonucu, aşık olduğumuz insanın sesini ve kokusunu kendi parçamız sanmamızdan. sesler ve kokular olmasa geçmişimiz olmazdı.

aşk kendimizin sandığımız bir ses ve kokunun aslında bize ait olmadığını, bir başkasının sesi ve kokusu olduğunu anladığımız zaman biter. yanıldığımız sürece aşığız biz. seslerini kokularını istediklerimizin, vücutlarını da isteyeceğiz.

seni seviyorum dediğimizde, sen benim sesim ve kokumsun demek isteyeceğiz. kendi hafızamızda başkalarının sesleri ve kokularını klavuz yapıp dolaşabileceğiz ancak. kendi geçmişimize ancak başkalarıyla ulaşabileceğiz.

aşk tanrısı dünyayı yanılın emriyle yaratacak. hep yanılacağız. hep yanılıp, yanıldığımız için acı çekeceğiz. ama sevinçlerimizi de bu yanılgıya borçlu olacağız. yanıldığımız sürece seveceğiz. sonra yanıldığımızı anlayacağız.

ve gidip yeniden yanılacağız.

ahmet altan

10 Şubat 2007 Cumartesi

üşüyünce neden dişler zangırdar?

vücudun ısısı genelde sabit 36.5 derecedir. bu ısı vücut hücrelerinin en iyi çalıştığı ısıdır. eğer ısıda ciddi bir değişiklik olursa bu, beynin hipotalamus denen bölgesi tarafından algılanır. vücut aşırı soğuduğunda bu merkez, bedenin geri kalanını ısınmaya başlaması için uyarır. titreme, yani kasların ısı üretmek amacıyla hızla hareket etmesi, işte o zaman başlar. diş zangırdaması da bölgesel titremeyi temsil eder.:)

4 Şubat 2007 Pazar

Amerika'da Irkçılığın Boyutları


1870'lerde kurulan Ku Klux Klan, Amerika'da asıl olarak I. Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir güç kazandı. 1920'lerin ortalarına gelindiğinde üye sayısı üç ile dört milyon arasındaydı.


"Beyaz insanı korumak için mücadele başladığında, düşmanlarımızı katledeceğiz" sloganı ile yola çıkan Klu Klux öğretisinin ideolojik kökeni, diğer tüm ırkçı ideolojilerde olduğu gibi, beyaz ırkın evrim basamağında en üstte yer alan ırk olduğu, diğer ırkların ise aşağı basamaklarda yer aldığı, bu nedenle de her türlü kötü muameleyi hak ettiği görüşüne dayalıdır. Ve bu görüşün sahipleri Amerika'da oldukça fazla sayıdadır. National Alliance, World Church of The Creator, Arian Nation gibi farklı isimler altında örgütlenmiş bu grupların genel olarak Klu Klux Klan şemsiyesi altında olduklarını söylemek yanlış olmaz.


Aşağıda birkaçına yer vereceğimiz bu örgütlenmelerin görüşlerindeki en önemli ortak payda, hedeflerine ulaşmak için şiddete başvurmakta hiçbir sakınca görmemeleri, hatta çoğu zaman şiddet ve saldırganlığı bir zorunluluk olarak algılamalarıdır.


World Church of the Creator (WCOTC) Örgütü


WCOTC, Amerika'da aktif olarak eylemler yürüten ve gün geçtikçe daha da büyüyen ırkçı örgütlerden biridir. Allah'ın varlığını inkar eden, ahiret gününe, cennet ve cehenneme inanmayan bu sapkın örgütün Amerika dışında da pek çok takipçisi bulunmaktadır. Örgütün ideolojisinin temelini beyaz ırkın üstünlüğü düşüncesi oluşturmaktadır. Bu ırkçı fraksiyonun kurucusu olan Ben Klassen, sahip oldukları ideolojiyi organizasyonun resmi internet sitesinde şöyle aktarmaktadır:
Bizim ırk üstünlüğünü savunan inancımızın ana hedefi beyaz ırkın yaşaması, genişlemesi ve gelişmesidir. Dinimiz beyaz ırkın sevgisi üzerine kurulmuştur. Kitabımız "Beyaz Adam'ın İncili"dir. Biz ölümden sonra yaşama inanmayız. Melek, şeytan, Tanrı ve diğer şeyler hakkındaki herşeyi inkar ediyoruz... Altın kuralımız kısaca şöyle özetlenebilir: Beyaz ırk için iyi olan şey en yüksek erdemdir; beyaz ırk için kötü olan şey en büyük günahtır... Tabiat bize yalnızca kendi türümüzün sorumluluğunu almayı söylüyor. Çamura bulaşmış başka hiçbir ırkı kendi türümüz olarak göremeyiz... Siyahlar şüphesiz merdivenin en alt basamağındadırlar, şempanze ve maymunların pek üstünde değildirler. Diğer ırkların ilerlemesine yardımcı olamayız. Kirli ırkların başarılı olması, çoğalması ve gezegendeki sınırlı alanı doldurmaları için yardım etmeyiz.... Tabiat yeryüzündeki bütün türleri, diğer türlerle yaşam mücadelesinde rekabet ederken, onları kendi yeteneklerine göre derecelendirmiştir. 4
Görüldüğü gibi bu sapkın düşünce, takipçileri tarafından din olarak adlandırılmıştır ve örgüt üyeleri bu inanca tamamen bağlanmışlardır. Ancak elbette bu sapkınlığı, bir din olarak adlandırmak mümkün değildir. Sosyal Darwinizm'in bir türevi olarak değerlendirebileceğimiz bu sözde dinde, dikkat edilirse diğer ırklarla yapılacak mücadele, ana öğretiyi oluşturmaktadır. Hatta bu mücadele Rahowa (Racial Holy War – Kutsal Irk Savaşı) adıyla sloganlaştırılmış ve örgütün en önemli değerlerinden biri haline gelmiştir. Ben Klassen bir başka konuşmasında, Rahowa'nın ne anlama geldiğini takipçilerine açıklarken, bir yandan da onları savaşa davet etmekten çekinmemektedir:
RAHOWA! Bu sözcükle tüm beyaz ırkın ana hedefini ve programını belirlemiş oluyoruz. Ve bu şu anlama geliyor: Yahudilere ve dünyanın diğer tüm aşağı ırklarına karşı siyasi, askeri, mali, ahlaki ve dini olarak savaşmayı üzerimize alıyoruz. Daha doğrusu, bunu dini inanışımızın en önemli noktası ve en kutsal unsuru olarak algılıyoruz. Bunu tamamlanması gereken kutsal bir savaş, ırklar arası kutsal bir savaş, olarak görüyoruz. 5
Irklar arasında beklenen tarihi savaş, Klan örgütlerinin en önemli çalışma alanlarından birisidir. Hemen hemen tüm toplantılarda bu konu üzerinde durulur. Konuşmalarda Klan üyeleri savaş için şevklendirilir, yazılarda beklenen bu büyük savaşa göndermeler yapılır. Adeta efsaneleştirilmiş olan bu savaşa dair tasvirler, Klan'ın yayın organlarında oldukça sık yer alır. Örneğin, Kolombiya'da düzenlenen ulusal bir toplantıyı aktaran örgütün yayın organı Knight-Ridder gazetesi, toplantıyı okuyucularına aktarırken şu satırlara yer vermektedir:
Hıristiyan şövalyelerinin lideri, bir Klu Klux Klan'ın özlemi içerisinde... Caddenin biraz ötesinde komşusu ile birlikte Klan üyesi heykeli ile süsledikleri bahçelerini işaret ederek, 'Bir ırk savaşı geliyor. Klan beyaz ırkın tek kurtuluş umududur' diye konuşmacılara sesleniyor. 6
Pek çok ırkçı örgütte olduğu gibi Rahowa'da da güçlü bir evrim inancı vardır. Zaten diğer ırklara karşı bu derece düşmanca bir tutum takınılması ve onlara karşı şiddete başvurmaktan çekinilmemesi de evrim teorisine olan inancın bir neticesidir. Karşısındaki insanı, bir tür hayvan olarak gören bir kişiyi, onu taciz etmekten, ona saldırmaktan ve hatta gerekli gördüğünde onu katletmekten hiçbir şey alıkoyamamaktadır.
Örgütün Ben Klassen'den sonraki lideri Matt Hale'in aşağıdaki konuşması, sözde din olarak kabul ettikleri düşüncenin evrim inancı ile ne kadar iç içe geçtiğini gösteren örneklerden sadece birisidir:
Bizler hayvanlarız. İşte mesele bu. Sadece düşünebildiğimiz ve konuşabildiğimiz, ya da iki ayağımız üzerinde durabildiğimiz için bu fikri kabul etmiyoruz. Bu doğanın kanunlarına bağlı olmadığımız anlamına gelmiyor. Çünkü bağlıyız. 7
Bu sözler, örgütün kendisine has, garip bir din anlayışı olduğunun da bir göstergesidir. Bu dinin elbette, tevazuyu, sevgiyi ve hoşgörüyü savunan Hıristiyanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Zaten örgüt üyeleri ve liderleri de bu durumu açıkça dile getirmekten çekinmezler. Matt Hale de kendisi ile yapılan bir röportajda kendi dinlerinin özünü şöyle aktarmaktadır:
... Düşmanlarını, yumuşakbaşlıları ve aşağı olanları sevmelerini söyleyen Hıristiyanlık gibi bir din yerine, yalnızca kendi insanlarımızı öven bir dine ihtiyacımız var... Bütün insanların eşit yaratıldığı fikrinden uzaklaşmalıyız... İnandığımız şey, beyaz olmayan ırklara bütün yardımları durdurmaktır. Bu yardımlar olmadan beyaz olmayan ırkların kendi sayılarını hızla azaltacağına inanıyoruz. Kendilerini besleyemezler.... Mükemmel bir dünyanın yalnızca beyaz insanlarla, dünyadaki beyaz ırklarla mümkün olacağına inanıyoruz... Beyaz olmayan ırklar gittiği an ve beyaz ırklar birleştiği zaman beyaz insanlarımız için barış ve refah olacak...." 8
Ancak ırk üstünlüğünü savunan, sahip oldukları özelliklerinin kendilerini üstün kılacağına inanan kişilerin göz ardı ettikleri önemli bir gerçek vardır. Bu değerlerin hiçbiri kalıcı değildir. Her insan –inkar etsin ya da etmesin- er ya da geç ölecek ve sahip olduğu herşeyi bu dünyada bırakarak Rabbimizin karşısında hesap verecektir. O gün hiç kimsenin hiç kimseye bir faydası olmayacak, hiç kimsenin ırkı, rengi veya soyu önem taşımayacak, dünyadayken sahip olduğu hiçbir şey kendisine yarar sağlamayacak ve kimse yaptıkları için bir mazaret öne süremeyecektir.



Ulusal İttifak (National Alliance) Örgütü
Amerika'da gençler arasında çok büyük bir güç kazanan faşist örgütlerden biri de Ulusal İttifak (National Alliance)'dır. Örgüt ilk olarak 1970 yılında genç bir fizik profesörü olan Dr. William Pearce tarafından Oregon Üniversitesi'nde "Ulusal Gençlik Birliği" adı altında kurulmuştu. En büyük özelliği kolej ve üniversiteleri hedef almasıydı. Üye yaşı ise 30 ve altıyla sınırlıydı. Ancak daha sonra bu yaş sınırı kaldırıldı ve Ulusal İttifak adı altında yeni bir örgütlenme yapıldı. Bu örgütün asıl ana amaçlarından birisi gençlerin ırkçı düşüncelerle yetiştirilmesine ağırlık vermesidir. Böylece ırk üstünlüğünün bilincinde olan nesiller yetişmesi sağlanacaktı. Ve diğer tüm ırkçı gruplar gibi Ulusal İttifak da tüm şartlar altında beyaz ırkın üstünlüğünü korumayı hedef edinmiş durumda. Dr. Pierce 1997 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda bu hedefi şöyle özetlemekteydi:
Başarmak için, neye mal olursa olsun, kendimizi siyahlardan ve diğer beyaz olmayanlardan tamamen ayırmamız ve onlardan uzak durmamız gerekiyor... Onları avlamalı ve onlardan kurtulmalıyız'. 10
Elbette Ulusal İttifak Örgütü ile diğer faşist örgütlenmeler arasındaki tek benzerlik bu değildir. Evrim teorisine olan inanç diğerlerinde olduğu gibi, Ulusal İttifak'ta da ön plandadır. Örgüt üyeleri, her ne kadar dindar olduklarını idddia etseler de, yaptıkları açıklamalar, inançlarının din ile taban tabana zıt olduğunu göstermektedir. Çoğu zaman kendileri de bu gerçeği ifade etmektedirler:
Kendimizi doğal yasalara göre evrimleşen çevremizdeki üniter dünya ile entegre olarak görüyoruz. Basit olarak ifade edecek olursak: sadece bir gerçek vardır ve o da doğadır: Bizler doğanın bir parçasıyız ve doğanın yasalarına tabiyiz. Bu yasalar içinde bizler kendi kaderimizi belirleyebiliriz... Diğer bir deyişle seçme gücüne sahip olduğumuz herşey için kendi başımıza sorumluyuz: özellikle çevremiz ve ırkımızın kaderi için. Bu görüş semitik görüş ile tezat içinde olabilir. 11
Görüldüğü gibi faşist ve ırkçı örgütlerin zaman zaman konuşmalarında dini öğeler kullanmaları veya kendilerini din ahlakını yaşayan insanlar gibi göstermeleri sadece bir taktikten ibarettir. Çeşitli sosyologlar ve akademisyenler de yaptıkları çalışma ve araştırmalarda bu durumun özellikle altını çizmektedirler. Bu akademisyenlerden birisi Boston'daki Northeastern Üniversitesi'nde şiddet ve sosyal çatışmalar kürsüsünün başkanlığını yapan Jack Lewin'dir. Lewin, örgütün Kitabı Mukaddes'ten alıntılar yapmasının sebebinin saldırganlıklarına dini bir kılıf uydurmaya çalışma çabası olduğunu söylemektedir



ŞİDDET VE TERÖR BAĞIMLISI BİR İDEOLOJİ: NEO-NAZİZM
Irkçı gruplar Amerika’da Klu Klux Klan şemsiyesi altında toplanırken, Avrupa’daki hareket Neo-Nazizm adını almaktadır. Önceleri İngiltere'de dazlak hareketi olarak başlayan Avrupa ırkçılığı, 1990'larda bir Nazi hareketine dönüştü. Kendilerini neo-Naziler olarak adlandıran bu grupların ana özelliği, tıpkı Klu Klux Klan gibi beyaz ırkın üstünlüğünü savunmaları ve yabancılara ve fakir mahallelerde yaşayanlara karşı saldırılar düzenlemeleriydi.
Son 10 yıldır neo-Nazi hareketi giderek güçlenmekte ve etki alanını genişletmektedir. Bu örgütler bugün 6 kıtada ve 33 ülkede aktif durumdadırlar. Üyelerinin sayısı ise 70 bini bulmaktadır. Neo-Naziler her ülkede kendilerine farklı hedefler belirlemişlerdir. Yapılan bir araştırmada belirtildiğine göre, Almanya'da Türkler; Macaristan'da, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti'nde Çingeneler; İngiltere'de Asyalılar; Fransa'da Kuzey Afrikalılar; Brezilya'da Kuzey Doğulular neo-Nazilerin hedefleri arasındadır. Şiddet, kin, nefret, yıldırma, korkutma, tehdit, yakıp yıkma, zarar verme neo-Nazilerin başlıca özellikleri arasındadır.
Resmi Alman istatistiklerine göre 1999 yılında sadece Almanya'da ırkçılık ve yabancı düşmanlığından kaynaklanan 10.037 olay tespit edilmiştir. 2000 yılında açıklanan ırkçılık olayları da on binin üzerindedir. İngiltere'de ise sadece Nisan ile Eylül ayları arasında tespit edilen ırkçılık kaynaklı suçların sayısı 10.982'dir. Bu suçların yarısının korkutma, göz dağı verme ve yıldırma şeklinde olduğu belirtilmiştir. Öldürme, yaralama, ev ve işyerlerine saldırı gibi eylemler ise bu suç listesinin diğer yarısını oluşturmaktadır.
90'larda gelişen neo-Nazi hareketinin fikir babaları arasında Louis Beam ve William Pierce isimli Amerikalı radikal sağ görüşü savunan ideologların ayrı bir yeri vardır. Bu ideologların ortaya koyduğu, 'lidersiz direniş' ve 'beyaz devrim' kavramları bugün tüm neo-Nazi hareketine hakim olmuş durumdadır. Günümüzde çeşitli ülkelerde yaşanan bombalama, kundaklama ve işyerlerini tahrip etme gibi bireysel terör hareketlerinin temelinde de 'lidersiz direniş' kavramı yer almaktadır. Bu kavram doğrultusunda neo-Naziler eylemlerini, ya bireysel olarak gerçekleştirmekte ya da küçük çeteler halinde hareket etmektedirler.
Dr. William Pierce tarafından kaleme alınan Hunter (Avcı) ve The Turner Diaries (Turner Günlükleri) adlı kitaplar neo-Nazi terörizminin ana kaynakları olarak kabul edilmektedir. Fransız Nasyonel Sosyalist Hareketi'nin bu kitapları temel alarak hazırladığı, A Practical Guide to Aryan Revolution (Aryan Devrimi'nin Rehberi) adlı broşürde ise bir neo-Nazinin ihtiyacı olan her türlü bilgi yer almaktadır. Gizli Aksiyon Metodları, Kaçma ve Saklanma, Suikast, Bombalama, Sabotaj, Irk Savaşı, Devrimsel Sürecin Oluşturulması, Aryan Özgürlük Hareketi Askerlerinin Davranışları gibi alt başlıklardan oluşan bu broşür, tam anlamı ile bir teröristin el kitabıdır.
Bu grupların içinde aktif olarak yer almasalar bile, faşizmi savunan ve bu kitaplardan etkilenen pek çok insan vardır. Örneğin The Turner Diaries'de bir yeraltı örgütünün bir devlet karşısında nasıl örgütlendiği ve ne gibi faaliyetlerde bulunduğu anlatılmaktadır. 1998 yılında Teksas'da bir zenciyi kamyonetinin arkasına bağlayıp sürükleyerek öldüren James Byrd isimli kişinin, savunmasında The Turner Diaries'i hayata geçirdiğini söylemesi bu etkinin boyutlarını göstermektedir.
1993 yılında Oklahama'da Timothy McVeigh tarafından gerçekleştirilen bombalama eylemi sonrasında ise dikkatler bu kez neo-Nazi William Pierce'in diğer kitabı Hunter'a çevrildi. Çünkü Pierce, Hunter adlı kitabında tek başına hareket eden bir bombacıyı anlatıyordu. Kitabın kahramanı herhangi bir grubun veya örgütün desteği olmadan, tıpkı Timothy McVeigh gibi, kendi isteği ile bilinçli olarak bir saldırı gerçekleştirmekteydi.

IRKÇI TERÖR

II. Dünya Savaşı, ırkçı ve faşist ideolojinin başlattığı bir cinnetti. Bu ideolojilerin sözde kutsal değerleri olan şiddet ve çatışma bir anda tüm dünyayı sardı. 55 milyon insan, faşist vahşete kurban edildi. Savaşın müttefiklerin lehine neticelenmesi, faşist ideolojinin yenilmesini sağladı, ancak faşizm yok olmadı. Sadece yer altına indi. Geçtiğimiz son on yıl içerisinde ise dünya genelinde ırkçı ve faşist örgütlenmelerin ve şiddet eylemlerinin sayısında gözle görülür bir artış yaşandı. Avrupa, neo-Nazilerin neden olduğu şiddet olayları ile mücadele ederken, Amerika yeniden aktif hale gelen Klu Klux Klan ve benzeri "Beyaz Irkın Üstünlüğü" örgütleri ile uğraşmak zorunda kaldı. Bugün, gerek neo-Naziler gerekse Klu Klux Klan üyeleri çeşitli saldırılarda bulunmakta, üyeleri arasında şiddet ve terörü teşvik etmektedirler.
Pek çok insan Klu Klux Klan örgütünün, siyah renkli insanlara karşı baskı ve şiddetin yoğun olduğu 20'li, 30'lu yıllarda kaldığını ve modern çağ ile birlikte bu köhne örgütün de tarihe gömüldüğünü düşünüyor olabilir. Oysa Klan hala yaşamaktadır. Bugün ABD genelinde, farklı isimlerle de olsa, çok sayıda Klan kilisesi ve bu kilisenin öğretilerine bağlı çeşitli ırkçı organizasyonlar bulunmaktadır. Bu kilise ve organizasyonların üyeleri yalnızca siyahlara karşı değil, başta Amerika'da yaşayan Müslümanlar olmak üzere, beyaz Avrupalı ırk dışındaki tüm ırklara karşıdırlar ve bu ırklara karşı ciddi bir mücadele yürütmek gerektiğini düşünmektedirler. Bu "mücadele", silahlı birlikler oluşturmayı da içermektedir.
Bilindiği gibi Klan öğretisinin temeli Avrupalı beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğu ve bu ırkın diğer ırklarla kesinlikle karışmaması gerektiği fikrine dayalıdır. Bu karışımın engellenmesi için beyaz ırkın bulunduğu ve yaşadığı alanlarda diğer ırkların varlığına müsaade edilmemesi gerekir. Çünkü bu düşünceye göre diğer ırkların, beyazların sahip oldukları imkanları elde etme hakkı yoktur. Bu ırklar beyazların saflığını ve üstünlüğünü lekelemeye çalışan parazitler olarak görülmekte ve bunlara karşı her türlü tedbirin alınması gerektiği düşünülmektedir. Klanın bu görüşleri, Amerika'da yaşayan diğer ırklara karşı gerçekleştirilen saldırıların çıkış noktasıdır. Bu telkinlerin temelinde sevgi, hoşgörü ve diyalog değil, nefret ve saldırganlık vardır.
Irk üstünlüğü kavramının sözde bilimsel temelini ise, Darwin'in evrim teorisi oluşturur. Darwin, insan ırklarının bazılarının örneğin Avrupa ırklarının, evrim sürecinde diğer ırklara göre daha ileri olduğunu öne sürmüştür. Bu ileri ırklar dışında kalanlar ise, ona göre yarı maymun ilkel canlılardır. Diğer bir deyişle, bazı ırklar evrimde çok ileri gitmişken, bazıları hala ilk ataları olan maymunlara yakın bir seviyededirler. Darwin geleceğe yönelik ırkçı tahminlerde de bulunmuş ve şöyle yazmıştır:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da... kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek.
Darwin'in bu ırkçı düşünceleri dönemin sömürgeci imparatorlukları için, yaptıkları vahşete kılıf olarak kullanabilecekleri önemli bir dayanak noktası oldu. Darwin'in, bu teorisini delillendirmek için öne sürdüğü iddia ise onun bilgisizlik ve önyargısını göstermesi açısından oldukça dikkat çekiciydi. Darwin, 1881 yılında W. Graham adlı bir bilim adamına yazdığı bir mektupta teorisinin ispatı olarak Türk Milletini örnek veriyordu. Darwin'in bu hezeyanına göre, Türk Milleti "yakın bir gelecekte tarihe karışacak olan geri milletler" arasında yer almaktaydı:
Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişinde sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum.
Kuşkusuz bu iddialar bir hezeyan olmaktan öteye gidememektedir. Ancak hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu görüş, 19. yüzyıl Avrupası'nın sömürgeci devletleri tarafından kabul görmüş, o döneme hakim olan Türk düşmanlığının dayanak noktasını oluşturmuştur. Günümüzde dünyanın çeşitli ülkelerinde devam eden ırkçı faaliyetlerin çıkış noktasında Darwin'in bu ve benzeri görüşleri vardır.
Bugün halen Amerika'nın çeşitli eyaletlerinden sık sık siyahlara ait kiliselerin yakıldığı, cami veya sinagogların hedef alındığı, farklı ırklardan kişilere karşı saldırılar düzenlendiği haberleri alınmaktadır. Özellikle 11 Eylül'de Dünya Ticaret Merkezi'nde gerçekleştirilen terörist saldırıyı takiben, bu ve benzeri örgütlerin telkinlerinin etkisi altında kalan bazı çevrelerin saldırıların dozunu artırdıkları görülmüştür. Farklı eyaletlerde Müslümanlara ait işyerlerine, mescidlere, vakıflara saldırılmış, Müslüman öğrenciler okullara alınmamış, Müslüman çocuklar sokakta tartaklanmıştır. Aklı ve mantığı ile hareket eden herkes yapılan bu acımasız saldırılardan tüm Müslüman dünyasını, özellikle de konuyla hiçbir ilgisi olmayan sivil halkı ve masum çocukları sorumlu tutamayacağını bilir. (Nitekim 11 Eylül olayından sonra İslam'ı araştırmaya başlayan geniş bir kitle de akıl ve sağduyu ile hareket etmiştir. Ve Müslüman olanların sayısı önceki dönemlere göre onlarca kat artmıştır.) Öte yandan bu durum ırk veya inanca dayalı bir nefretin körüklenmesinin nasıl tehlikeli bir ortam oluşturacağının önemli göstergelerinden birisidir.
Ne var ki, Klan üyeleri böyle düşünmemektedir. Hatta onlar 21. yüzyılda yaşanacağına inandıkları ırklar arası büyük bir savaş için uzun yıllardır hazırlanmaktadırlar.